BAŞÖĞRETMEN ATATÜRK
İlk Çağlardan beri insanoğlu kendisine bir şeyler öğreterek yaşamlarını kolaylaştıranlara, aydınlanmasında ve evreni anlama ve algılama çabasına destek olanlara karşı saygı beslemiştir.
Yazı bilgisi Eski Mısır’da çok önemli bir beceridir ki alimlere öğretmenlere ‘katip’ adı verilirdi. İlk Çağda uzak doğuda yaşamış Konfiçyüs, Çin tarihinin ilk ve en etkili öğretmenidir. Ona göre ‘Bir kimse, sürekli yeni bilgiler elde ederek eski bilgisini geliştirmeye çalışırsa o kimse başkalarının öğretmeni olabilir’
İbrani kültüründe de öğretmen çok üst mertebede görülmekte, öyle ki bir ibrani atasözüne göre: ‘Babanız ve öğretmeniniz size muhtaç olursa evvela öğretmeninize yardım ediniz’ yargısı bulunmaktadır.
Antik Yunan öğretmene, eğitime çok önem veren bir medeniyettir. Tarihte ilk ücretli öğretmenlerin sofistler olduğu söylenir. Sofistlerin çağdaşı Sokrates’e göre öğretmen bilgiden ziyade öğretim becerisine sahip olmalı ve çocuklara kendini sevdirmeli, sevgi kuvvetiyle onlara etki yapmalıdır.
Orta Çağ Avrupası ise dinsel temaların baskın olduğu bir dönem, felsefe ve bilim dinin hizmetkarı konumunda, din adamları öğretmen rolüne bürünüyor. Aynı zaman diliminde doğuda, İslam medeniyetinde farklılıklar mevcut. Felsefe, eğitim, din adamları dışında başka kişilerce de icra edilebiliyor, ‘Oku’ emrini düstur edinen İslam öğretisinde en üst eğiticinin, Rab Tanrı olduğu kabul edilir. Rab Arapçada eğitici anlamına gelir. 7. Yüzyıldan itibaren Grekçeden, Farsça ve Çinceden yapılan çevirilerle İslam medeniyeti, Orta Çağ Avrupa’sını geride bırakıyor. Dolayısıyla Orta Çağ İslam dünyasında adı konmamış bir sekülerizmin yaşandığı söylenebilir. Ancak 17. Yüzyıldan itibaren rüzgar tersine esiyor. Bilimde ve felsefede seküler özellikler kazanmaya başlayan Avrupa, pozitif bilimlerden uzaklaşmaya başlayan doğu (İslam) medeniyetini geçmeye başlıyor. Osmanlının savaşlarda yenilgiler yaşayıp toprak kaybetmesinin temelinde de bilimde, teknikte yani eğitimde Avrupa’nın gerisinde kalma durumu bulunmaktadır.
Çarpıcı bir örnek vermek gerekirse; 1768-1774 yılları arasında yaşanan Osmanlı-Rus harbinde, Vatanın bağrında Çeşme’de demirlemiş durumdaki Osmanlı donanmasını, Baltık denizinden inip, Cebeli Tarık boğazını dolanarak Akdeniz’e inen Rus donanmasının yakması örneği verilebilir. Bütün donanması imha edilmiş dönemin Osmanlı Dışişleri Bakanı telaşla Venedik balyosunu(elçi) çağırır:
“Siz gavurlar, Avrupa’dan kanal kazdınız da öylemi geldi bu Ruslar diye sitem eder.”
İçinde bulunulan bu trajik durum üzerine, Macar kökenli Fransız askeri uzman Baron De Tott ülkeye çağrılır. De Tott; 1773’te kurulmuş İTÜ’nün de kökeni olan o dönemde ki adıyla Mühendishane-i Bahr-i Hümayun,yani deniz mühendishanesindeki derslere katılır. Öğrencilere üçgenin iç açılarının kaç derece olduğunu sorar, uzun bir düşünmenin ardından okulun öğrenci ve ak sakallı cübbeli öğretmenlerinden:“Üçgenine göre değişir” cevabı gelir. Dolayısıyla Osmanlının yıkımı Askeri ve siyasal alanda değil, eğitim ve öğretim alanında başlayan bir yıkımdır.
Ulu önderimiz ve Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk yıkımın asıl nedeninin farkındadır. Cumhuriyetin hedeflediği uygar insan projesinin ancak yeni modern bir eğitim sistemiyle gerçekleşebileceğini biliyordu.
“…Benim asıl kişiliğim öğretmenliğimdir; ben milletimin öğretmeniyim… “Eğer Cumhurreisi olmasam, Maarif Vekilliğini (Eğitim Bakanlığını) almak isterdim…” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk İnkılâbıyla hedeflediği ilkeler ve uygulamalardan, söylev ve demeçlerinden anlaşılmaktadır ki O, karizmatik liderlik özelliklerinin(iyi bir politikacı, çok başarılı bir asker, nitelikli bir ekonomist, mükemmel bir yönetici ve devlet adamı…) yanı sıra aynı zamanda eşsiz bir “eğitimci”; hatta bir “eğitim bilimci”dir.
Mustafa Kemal Atatürk, 15 Temmuz 1921’de Ankara’da İstiklâl Savaşımız sürerken, Savaşa ve bütün maddî imkânların düşmanı kovmak için kullanılması zaruretine rağmen toplanan; eğitim kurum ve programlarında reform çalışmalarını başlatan Maarif Kongresi’nde Türk öğretmen temsilcilerinin huzurunda “millî, laik, akılcı, gerçekçi ve tecrübeci” eğitim sisteminden bahsetmiştir.
Peki neden Kütahya-Eskişehir savaşları gibi son derece önemli, olmak yada olmamak durumunda olduğumuz anlarda söz konusu eğitim kongresi toplandı?
Çünkü; Ulu Önder, başöğretmen kurtuluşun sadece savaş meydanında gerçekleşemeyeceğini çok iyi biliyordu. Maarif Kongresi’nde Atatürk’ün öğretmenlere söylediği şu sözler “kültür ve eğitime verdiği önemin, milletine beslediği inancın” belirgin bir ifadesidir:
“Silahıyla olduğu gibi kafasıyla da mücadele mecburiyetinde olan milletimizin, birincisinde gösterdiği kudreti ikincisinde de göstereceğine asla şüphem yoktur.”
Mustafa Kemal Atatürk’ü eğitime yönlendiren iki temel sebep şunlardır:
- Eğitimin bir milletin kalkınmasındaki fonksiyonu.
- Cumhuriyeti koruyacak yeni nesillerin yetiştirilmesi zarureti.
Atatürk’ün eğitim felsefesini kendi ilkeleri oluşturmuştur: Milliyetçilik ilkesi, toplumdaki değişik öğeleri kültürel ve eğitimsel amaçlar çerçevesinde bütünleştirmiştir. Halkçılık ilkesi, eğitimi seçkin, azınlık kitlenin ayrıcalığından çıkararak fırsat eşitliği ile toplumun tamamına yaymıştır. Cumhuriyet ilkesi, halkı siyasî otoritenin kaynağı kabul etmiştir ve yeni insan modelini eğitimle yaratmayı amaçlamıştır. Devletçilik ilkesiyle eğitim, kişilerin ve kuruluşların dışında tutularak, devletin temel görevlerinden birisi haline getirilmiştir. Laiklik ilkesiyle eğitim sayesinde, akıl ve bilim yolunda özgür birey ve bağımsız toplum yaratma amaçlanmıştır. İnkılâpçılık ilkesiyle eğitimde yapılan yenilikler yeterli görülmeyerek, eğitime sürekli yenilik ve dinamiklik getirilmiştir.
Yazımı,Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün; 22 Eylül 1924’te Samsun İstiklal Okulu’ndaki sözleriyle bitirmek isterim.
“…Eğitimdir ki bir milleti hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır veya bir milleti esaret ve sefalete terk eder…Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni nesle vereceği eğitim kesinlikle millî eğitimdir…Millî eğitim esas olduktan sonra, eğitimin dilini, yöntemini, araçlarını da millî yapmak zorunluluğu tartışma kabul etmez… Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, delalettir…”
24 Kasım Öğretmenler Gününde Başöğretmenimizi saygı ve minnetle anıyoruz..
Bekir YILDIRIM
KAYNAKÇA
Afet İnan. (1968). Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Yasemin Işık, “Mustafa Kemal Atatürk’ün Eğitimci Kişiliği ve ‘Başöğretmen’ Unvanı”, 24 Kasım Başöğretmen Uluslararası Eğitim ve Yenilikçi Bilimler Sempozyumu (23-24 Kasım 2019) Özet Kitabı