SİZİ BİZ ARAYALIM
X
icon

SİZİ BİZ ARAYALIM

ORHAN KEMAL OLABİLMEK

“Her insanda insanlığın bütün halleri vardır.” demiş Montaigne. İnsanlığın bütün hallerini bir tek insanda görüp anlatabilmek elbette çok zor. İnsanlığın kimi hallerini görebilmek bile ne büyük farkındalıktır aslında. Bu yüzden yazan insanlara büyük saygı duyarım. Kendi dünyalarını bütün kıvrımlarıyla açtıklarında – başkası bile olsa konusu- bana olağanüstü gelir bu eylem.

 Yazmak sabır işidir. Büyük bir emek gerektirir. Yazmak ama her defasında başka bir insanlık halini anlatmak…  Zor olan tam da budur. Kendini tekrar etmeye başladı mı bir yazar, insanlığın o ortak hallerinden uzaklaşıverir. Aynı şeyi okumak tat vermez insana. İşte burada bazı yazarlar öne çıkarlar diğerlerine göre. Yazdıkça daha çok İNSANA ulaştırırlar bizi. Yazdıkça daha çok yakınlaştırırlar bizi bize. Her okumada bir tane daha ‘BEN’ yakalamış olmaktan şaşırırız hem kendimize hem yazara. Nasıl olur da benim bile fark edemediğim HALLERİM ulaşmıştır yazılarına? Hayranlığımız o zaman bir kat daha artar.

Beni bu anlamda kendisine en çok bağlayanlardan biridir Orhan Kemal. Namı diğer Mehmet Reşit Öğütçü… Bir öyküsünde çocuk ruhumu keşfederim biraz buruk, hüzünlü; bir romanında KASABA girer odama. Babam düşer usuma, sonra annem. Dağ gibi yığılmıştır çamaşır. Kazanlarda kaynamaya başlayan çamaşırın kokusu gelir burnuma. Bir yalnızlık olur kimisinde. Babam evden uzakta… Annem dikiş makinesinin başında… Hiç durmadan bir şeyler yapar durur. Tahta masada bir radyo, ‘Arkası Yarın’ dinlemede hane halkı.

Zavallı bir yavru köpek… iki ayağı ezilmiş, inlemekte acı acı.. Haylaz oğlanların yavru köpeğin acısıyla biraz daha erkek olma çabaları… Bir çöpçünün yüreğinde, merhametinde yaşarım o zaman. Onca kalabalıkta yapayalnız kalmanın acısında merhameti…

Bir genç kız olurum birden. Önümde resimli mecmualar… Hayal şehrine yolculuk… Ünlü olmak, güzel olmak, zengin olmak… Hayallerin ortasında GERÇEĞİN bir tokat oluşunu yaşarım birden. Yoksul haneden uçup giden özlemlere üzülürüm yeniden. Masallar babamın anlattıklarında kaldı, çok gerilerde… Hep bir gerçeklik, fark etsen de etmesen de…

Orhan Kemal’le yaşamın gerçeklerinde gezinirim durmadan. Ama her acıya bir inanç, bir direnme olur öyküsü... Kimsenin farkında bile olmadığı KÜÇÜK İNSANLARIN dünyasında hep bir şeyler söyler okuruna. Ekmekle aşkı aynı anda yüceltir romanında. SEVGİYE saygı duymayı hatırlatır, EMEĞE saygı… İnsanca yaşam özlemini anlatır, bunun için mücadele etmeyi.

Köyden şehre gelmiş üç arkadaşın şaşkınlığında ( Bereketli Topraklar Üzerinde) yanılgılarında, mutluluklarında, yalnızlıklarında, kayboluşlarında bulurum kendimi. Ya da bir köyde, ırgatlar arasında… Oysa hiç köy geçmişim yoktu benim. Nasıl olur da oturuverir dünyama: buğday kokusu, savrulan toz, buğday öğüten çırçır, kopan bacaklar, ölüm acısı, çaresizlik, gözyaşı… sonra yeniden doğuş, bilgece bakabilme yaşama...

Gerçeği bu denli yalınkat anlatabilmek… Kürt, Laz, Arnavut, Arap, Boşnak, Giritli… Kendi dilleriyle nasıl da doğal söyleşirler bizle. Orhan Kemal’in dili böylesi ustalıklı kullanma becerisine hayran olurum yeniden. Diliyle, anlatımıyla gerçeğe daha da yaklaşan Orhan Kemal olmak isterim birden. Benim de dolu yüreğim, anlatmak için uğraşıyor dilim; ama ne o gücü bulabiliyorum kendimde ne de bu sabrı besleyecek zamanı. Derler ya, herkes hayatının bir roman olduğunu düşünür de herkesin hayatı roman olmaz diye.. Yok, yok, ben yazmasam, sen yazmasan ya da diğerleri, birileri yazmayı sürdürür inatla, anlatır anlatamadığımız bizleri, Orhan Kemal usta gibi…

SEVİM SEZER

PAYLAŞ:
X